17 Nisan 2016 Pazar

HAYATA SON BAKIŞ


Yine aramıza koca bir zaman girdi. Mektuplarım seyrekleşti. Günlüklerime de küstüm. Kelimeleri cümle yapan harflere de küstüm. Enerjimi tüketen insanların arasındayım. Her şeyi ben bilirim havalarında gezen ama kendilerini bilmeyen insanlarla ömrüm geçiyor. Yabancılaşma hissim o kadar fazla ki. Sanırım bu yanım sana çekmiş. Sende insanların arasında fazlasıyla yabancı ve yalnız hissederdin. Hayattan ve insanlardan kendimi çektim velhasıl. Kendim ile tanışma faslındayım. Zaten insanlarla birlikteyken çok mutsuzum.  Aynı dili konuşmayalı asırlar olmuş gibi hissediyorum. Sen güçlüsün cümlesi ile sen iyisin cümlesi arasında sıkışıp kaldım.  Aslında benim iyiliğim ya da güçlü yanım yok ve fakat insan kullanmaya başlamanın en süslü cümleleridir kendileri.

Sana anlatacaklarım var. Nereden başlayacağımı bilmediğim gibi nasıl sonlandıracağımı da bilmiyorum. Oysa bizim için senaryoyu yazan;  başlangıcı, gelişmeyi ve sonu bir nefeste bitiriyor. Ben bu kadar çocuğun acı çektiği bir dünyanın yazarı olmak istemezdim. Hep mutlu sonlarla bitsin isterdim hayat. Nedense hep bir son düşünüyorum.

Beni derinden sarsan bir haber vereceğim. Ölüm bir başlangıçsa  kim bilir belki buluşmuşsunuzdur. Erkek yeğen dayıya çekerdi değil mi? O senden bile daha erken ayrıldı aramızdan.  Bu ülkede bombalar patlıyor. Bu ülkede şehit haberleri açılış haberleri ile yarışıyor. Hatta çoğu şehit haber bile olmuyor. Sessiz sedasız hayatlardan akıp gidiyorlar. Koca bir kahramanlık hikayesi, paçavraların magazin haberlerinin arasında yok oluyor. Klavye başında ülke kurtarmaya çalışanların çoğunluğu ise koca, kalın puntolarla “unutursak kalbimiz kurusun” yazarak, kızarak, küfürler ederek,  kafalarında ötekileştirdiklerini aşağılayarak her olayı unutuveriyorlar. Sen bu dünyada olsaydın sinirleneceğin ne çok şey olurdu…

Erkan’ın ölüm haberini almadan birkaç gün önce rüyama geldi. Fotoğraf çektirdiği yerlerle birlikte. Belki de ben onun yaşadığı hatta yaşamını sonlandıran yere gittim rüyamda. Sonra kalabalık bir evin içinde beni yalnız bırakıp gitti. Bir sürü akrabanın ağlamalarıyla baş başa kaldım. Sabah anneme anlatırken boğazım düğüm düğümdü sanki gerçekmiş gibi.  

Bazen bir olay olur ve hayat bir daha eskisi gibi olmaz ya işte ben o noktadayım. İçimin içime sığmadığı o kara günde haberi geldi. 07.04.2016 Perşembe günü oruçluyken bu dünyayı terk etti. Gözyaşlarımın eşliğinde sesim bana yabancı. Acıyla birlikte etraf bir anda bembeyaz oldu. Arabalar, insanlar her şey beyaza büründü. Erkan Nusaybin’de şehit olmuş. Hayatın tadını çıkaranların arasından geçerken acının tarif edilmez halindeyim. Bacaklarımın tutmadığı, yere yığıldığım anda beynime üşüşen anılarla baş başa kaldığımda zaman durdu.  Her şey bir oyunmuş gibi geliyor. Sen burada dünya derdindeyken o bambaşka bir savaşın içinde canını ortaya koyuyor. İnsan inanamıyor ki öldüğüne. Oysa şehit çadırı çoktan kurulmuş evinin önünde. Ölümün ağırlığı çökmüş şehrin üzerine.

Uzun zamandır konuşmuyorduk. Senden sonra akrabalık ilişkilerinin üzerine kalın bir örtü çekmek zorunda kalmıştım.  Arada seninle paylaşıyordum gönül kırgınlıklarımı ve kırdıklarımı. İşte yine sendeyim paylaşmak için hayatımı.Biliyorsun ben düğünler, cenazeler, hastaneler konusunda tutuk olanlardanım. Cenaze evinde sessiz ağıtlar, gözlerden akan yaşlar ve yüzlerde acının her türlü izleri var. Gözyaşımda geçmişi var, yaşayamayacağı yıllar var. O kalabalığın arasında yaşlı ellerde, kurumuş toprağa dönüşmüş yüzlerde çocukluğum var. Ve sen varsın çoğunda. Kalbim acıyor. Kendi istemiş şehit olmayı. Dik durun demiş. Ama insan her isteği sessizce kabul edemiyor ki. İlk defa cenaze törenine katıldım. Büyük bir boşluk ve sonra Erkan’ın toprakla buluşması. Hayata son bakışı fotoğraflarda. 

Bu dünya kötülerin, kötülüklerin dünyası. Hatta bu dünya cenneti pazarlayanların ve burayı cehenneme çevirenlerin dünyası. Bir insan ölür arkasında binlerce hikaye bırakır ya işte yine öyle bir şey. Bir şehit olur hep bir ağızdan “vatan sağ olsun” denir. Geride eş, çocuk, anne baba, kardeş yarım kalır. 

1 Aralık 2015 Salı

Gönderilmeyen Mektup



Bir sürü yaşanmış günün ardından, kendimi deliliğe hiç bu kadar yakın hissetmedim. İçimdeki ses o kadar çok kelime biriktirmiş ki, başka birinin varlığına ihtiyaç duymuyorum. İyi kelimeler ve kötü kelimeler savaş halindeler beynimin içinde.

Bu sıra saygım kalmadı hayata ve insanlara. İki yüzlü bir hayat ve maskeli insanlar. İhtiyaçları ve çıkarları kimdeyse ona giden, kendini iyilik perisi zanneden şeytanlarla dolu çevrem. Kedinin fareyle oynadığı gibi benimle oynayan bir hayat var yaşadığım. İstesem tüm oyunları kazanırdım ama tembelliğim engel. Çoğu zaman kendimi anlamıyorum ki başkalarını anlayabileyim tadındayım. Duygularım alınmış gibi. İç hesaplaşmam da geçmiş yüzüme çarpıyor. Üzerimden koca bir hayat geçti. Deprem, gök gürültüsü, yağmur, rüzgar, bol güneş. Hepsini kalbimde ayrı ayrı yaşatarak geçen koca bir hayat. Duvarlarımı kırsam çekiç darbeleriyle.

Aşk ilişkilerinde trajediyi dibine kadar yaşıyoruz. Uzaydan  gelen yeni bir virüs  kimliksiz ilişkilerle her bedeni sardı. Seks ve yemek arkadaşı olunuyor ama duygusal bir şey paylaşılmıyor. Erkekler efemine olurken biz kadınlar bildiğin efe olduk bu ilişiksizlik sayesinde. Korkaklık diz boyu. Sorumluluğunu alamadığımız ilişkilerde başrol oyuncusu oluverdik işte. Oysa aidiyet duygusu hissetmeden yaşanır mı iki kişilik hayat?

İş hayatıma gelince herkes yolunu bulurken ben yolumu kaybettim. Üstelik içimden şartları değiştirmekte gelmiyor. Hantal bir vücuda gizlenmiş ince ruhun sahibiyim. Bir sürü tuhaf günün altına imzamı atıyorum. Kukla misali oynatılıyorum. İnsanların gerçek yüzünü görmeden ve insanlara gerçek yüzümü göstermeden önce mutluydum.

Cam fanusta bitki yaşatmayı öğrendim. Bizde dünya adı verilen koca bir fanusun içinde yaşayan bitkiler değil miyiz sanki? Aslında fanusta bitkiden önce kendim yaşamayı öğrenmiştim. O yüzden çok sevdim fanusta yaşayan kaktüsleri, sukulentleri.

Uzun zaman sonrasında kendimle baş başa kaldım. Ne çok ihmal etmişim “BENİ” . Birlikte güzel vakit geçirdik. Son yıllarda hep başkalarının peşinde koşmuşum. Ve her koşturmada kendimden vazgeçmişim. Benimle alışverişe çıktık. Alacaklarımıza aynada birlikte karar verdik. Takıcıya uğradık sonra. Çok sevmem oysa takı. Orada çalışan kız “hiç sizin gibi birine denk gelmedim. Ne kadar neşelisiniz” dedi. Dudağımda yandan gülüşüm ile bakakaldım. Aslında insanlar ne hissettirirse ona göre tavır alıyoruz. Zira neşeden eser yok şu sıralar bende. Demek ki farkında olmadan takıvermişim neşe maskesini…

Sonra “Cafe de Cafe’s”ye  gittim. Çay ve kek ısmarladım kendime. Yalnız insan görmeye alışık değil hala insanlar. Sanki karşımızda hep biri olmak zorunda. Halbuki  ben ve benim gibiler hep içinden konuşur karşısında biri olsa da. Burada geçmişin güzel ve kötü anılarını yad ettim kendimle. Çok acı veren ya da çok mutlu eden şeylerin üzerine battal boy yaşanmışlık örtülüyor. Sevdim ben ile vakit geçirmeyi. Uzun zamandır neşemi, heyecanımı başka insanlarda bırakmışım meğer. Biraz yorgun, biraz mor gözaltı halkaları ve yaşlanmışlık hissimle köşemdeyim…

Cam şamdanlarla süslenmiş masadayım. Masaya ait insanlara yabancıyım. Bu durumlarda gereksiz bir gerginlik ve gerginliği örten aşırı gülüşlerim var. Yer altı edebiyatında olduğu gibi tüm yaşananları tüm pis gerçekçiliği ile görüp küfürle harmanlıyorum. İçimden ettiğim küfürleri duysan küçük dilini yutarsın. Kalabalıklarda kendimi yalnız hissederim. Sayılardan vazgeçme sebebim de bu yüzden. Kalabalık aileler, kalabalık arkadaşlıklar, çok görüşmeler, kalabalık düşünceler. Hepsi hikayeden ibaret. Görmek istemediğim insanlarla arama camdan duvar örüyorum. Önce görüntüleri bulanıklaşıyor sonra yavaş yavaş yok oluyorlar. Seslerini zaten hiç duymuyorum. Yok saymak ne kadar kolay bilsen. Ben en çok yok sayıyorum ve yok sayılıyorum. Görünmezlik ülkesine gömdüm hepsini. İplerimi aldım hayattan ve insanlardan. Şimdi kendim olmanın tadını çıkarıyorum. Sanki hayata yeniden başlıyorum, yeniden tutunuyorum. Tam her şey yolunda derken yoldan çıkıyorum. Çabuk sıkılanlardanım. İnsanların her halini sevmediğimden olsa gerek.

40 yaş sonrası insanın kırılma noktası. Ömür dediğin geçiyor, yaşadıkların alıyor  masumiyetini, sevgini ve seni sen yapan bir çok tadı.

Sevgiyi öğrendiğimiz zaman her şey değişecek işte…


26 Kasım 2014 Çarşamba

YILDÖNÜMÜ




Yıllar sonra seni ziyarete geldim. İnsanlar garipsiyor ziyaretine gelmediğim için. Sanki yaşayanlarla her gün görüşüyormuşum gibi. Aslında herkes artık sadece eleştiriyor bir diğerini. Anlamak için değil sadece dedikodu için dinliyorlar tüm hayat hikayelerini. Aklımdan geçen bir şey değildi ziyaret etmek. Sadece yaşadığın yeri merak ettim. İşin ilginci rüyamda gördüğüm gibiydi her şey. Sen açık ferah alanları seversin. Yaşadığın yerin önünden yol geçiyor. Hatta sokak ismi bile var. Birde ağaç var evinin önünde gölgesinde nefes aldığın. Etrafın biraz kalabalık. Ama yine aranda mesafe var çevrendekilerle. Kapında sade bir cümle ile anlatılıyorsun. Aslında bu durum garibime gidiyor. Özellikle narsistler için zor olmalı. O süper egoları ile etrafımızda gezenlerin hikayeleri ölüler şehrinde tek cümle ile son buluyor. Galiba hayattayken yaşadıklarımızı anlatma merakı bu yüzden. Şatafatlı hayatların havai fişekler gibi ışıklar saçarak kendini tüm insanlığa göstermesi ve sonrasında yere düşüsün duman ve isten ibaret olarak sönmesi misali. Anlattıkça abartıyoruz ve abarttıkça anlatıyoruz yaşadıklarımızı ve yaşamak istediklerimizi.

Toprağına dokundum. Ayrık otlarını temizlerken ne hissetmem gerektiğini düşündüm ve hatta ne hissettiğini düşündüm. Senin evinde kendimi misafir gibi hissederdim. Şimdi burada kendimi sana yabancı hissediyorum. Bu sıra aklımdan geçen tek şey yaşadığım yeri terk etmek. Biraz kıskanıyorum seni. Kolaylıkla çekip gittin diye. Senin de söylediğin gibi ben terk etmeyi bilmeyenlerdenim. Bu saçmalıkları bile terk edemiyorum baksana  halime.

Buralar sen bıraktıktan sonra daha tuhaflaştı. Anasona daha ihtiyaç duyar hale geldi insanlık. Hayatta kalmak zorlaştı velhasıl. Yalınayak, güler yüzlü ve güzel gözleriyle bakan çocuklar dilenirken, doymak bilmeyen takım elbiseliler sardı dünyayı. Herkes birbirini incitiyor. İnsanlar fakirleştikçe zenginler yaptıkları yardımları gösteriş haline getirdiler. Katilleri ölü bedenler gizler oldu. Ufacık çocukların bedenlerinde geziniyor şehvetin büyük ve kirli elleri. Eskiden kadın cinayetleri vardı ekranlarda şimdilerde çocuk cinayetleri. Haberlerden bihaber yaşamak isterdim. Kadına şiddet konusu gündemde hatta şiddete hayır günü bile yaptılar. Şiddet fiziksel olunca unutuluyor da ruha şiddet insanı ömür boyu etkiliyor. Bu sıra ruhum bir ileri iki geri. Hayata hep geç kalan ben erken büyümenin acısındayım. Yaşa geç günlerim çoğaldı iyice. Dünü eskiye karıştırıp insan olgunluğun elbisesini giyiveriyor üstüne. Öyle senin hatırladığın kahkaha krizlerimden eser yok. Aslında birlikte güleceğim insanlar yok. Herkes asidi kaçmış gazoz misali. Mutlu günlerin sayısı geçmişte kaldı.

Bir torunun oldu. Annesi seni anlatıyor. Bazen ilgiyle bazen sıkılarak dinliyor. En çok onu seviyorum bu dünyada. O minicik kollarıyla sarıldığında geçiyor tüm acılar. Sohbetini özledim. Gidenle ölünmüyor ama kalanla da yaşanmıyor şu sıralar.


Bir yıldönümün daha geçti. Ben 40 yaşını yolcu ederken izlerini siliyorum geçmişimin…

14 Kasım 2014 Cuma

KIRK

Ne gençliğe ne yaşlılığa ait bu dönemde insan kendine yeni bir dönem açmak istiyor. Çevremdeki herkes;  kendisini yaşından genç hissettiğini söylüyor .Bense acaba bunu söylerken kendini mi beni mi inandırmaya çalışıyor diye düşünüyorum.  Yüzünde ki kırışıklıklardan kurtulsa bile insan bakışlarında ki yaşanmışlıktan kurtulamıyor ki oysa. Yaşını göstermiyorsun diyenlere gülümsüyorum. Aynaya baktığımda karşımda 40 yaşında biri duruyor bal gibi. Üstelik ben her yılı dolu dolu yaşadığımı da biliyorum. Hatta yılları geride bırakarak erken büyümek zorunda kaldığım zamanların izleri var yüzümde, ruhumda, cümlelerimde. Acılar yaşanırken zor ama üzerinden yıllar geçtiğinde kahkahalarla anlattığım anılara dönüştü çoğu zaman. İnsanları yaşadıkları farklılaştırıyormuş hatta özel kılıyormuş meğer. Saç rengimi değiştirdiğim gibi ruhumu değiştirdiğim gibi. Bol kahkahalarım geçmişe ait artık. Birlikte güldüğüm insanlar iyice azaldı. Hatta güldüğüm olaylar azaldı. Asidi kaçmış gazoz misali hayat. Bir ileri iki geri debeleniyorum insanlar arasında.

Bugünün monotonluğunda boğulurken, neden koşturduğumu anlamadan yapay ilişkilerle yoruluyor, çıkar ilişkilerinin göbeğinden sıyrılıp geçmişe gitmek istiyorum. Sevgisizliğin ağırlığını hissediyorum insanlarla aramda. Eskiden şarkılar, dostluklar, aşklar ve hatta biz daha güzeldik. Modernleşmenin getirdiği iki yüzlülükler ve gösteriş budalalıkları henüz hayatımızı kirletmemişti.  Yaşa geç günlerin arasında sıkışıp kalan, mutlu etmeye çalıştığımız insanlarla koca mutsuzluklara imza atan kişilere dönüşmeden önce hayat sımsıcaktı. Maddiyat henüz bizi canavar gibi yutmamışken maneviyatın kollarına sığındığımız zamanlar güzeldi. Kıyafetlerin kişiliği satın almadığı günlerdi eski günler.
Şimdilerde ise sanal dünyanın gerçek dünyaya müdahale ettiği anlarda  doyumsuzluklar  var. Bir tuşla kapıları açtığımız, hakkında hiçbir şey bilmediğimiz kimseler; yeri geliyor hayatımızın külhanbeyi olurken yeri geliyor dostu oluyor. Ama hep biliyoruz bir tuşla geri gidebileceğini. Tüketimin ilişkileri yok ettiği, sevgiyi azalttığı, nasılsa başkaları var düşüncesi ile insanların birbirini incittiği günlerde,  giderse gitsin cümlesinin ardındaki yalnızlığımıza dönüyoruz. İşte bu yüzden incitmekten korkmadan kelimeleri savurur olduk. Ağız dolusu küfürlerin arasında sevginin  yok oluşuna,  şefkatten uzaklaştıkça nasıl tükendiğimize şahit olmaya başladık. Egolar, ukalalıklar ve biraz da boş vermişlik ile başkalarının hayatında ahkam keserken kendi hayatımızın kusurlarını görmezden gelir olduk.

Anlam veremediğim sohbetler geçiyor insanlarla aramda. Çoğu zaman dert çöplüğü gibi hissediyorum kendimi. İnsanlar sadece mutsuzluğunu paylaşıp yok oluyorlar hayatımdan. Onlar kahkahalara geçmişken ben onlar için üzülmeye devam ediyorum.  Her buluşmanın ardından ne gerek var ki çıktım dışarı diyorum. İnsanların tek dert kendilerindeymiş gibi davranmalarına takılıyorum. Mutsuzluklar birikirken anı defterimde, burada ne işim var cümlesiyle baş başa kalıyorum her fark etmez kelimesinde…

Geçmişin güzelliklerini hatırlarken bugünü harcıyorum. Oysa dün eskiyiveriyor hemen bugünde. Ve en önemlisi her şey yaşanırken ve yaşında yaşarken güzelmiş meğer. Ne erken büyümeli insan ne ergen kalmalı kırklı yaşlarda. Hatta en güzeli yaşı olmayan insanlardan olmalı…


3 Aralık 2013 Salı

Kenar Süsü






Gri şehrin soğukluğunda gökyüzünden medet uman insanların hepsi yeryüzünün onlara sırt çevirdiğini düşünmekteydiler. Yaşadıklarının hikayesini anlatırken öfke dolu ses tonlarına, acımasızlığın sertleştirdiği bakışlar eşlik ediyordu. Adil olmayan bir düzende yaşananları yargılayanların iki yüzlülüğü sinmişti yeryüzüne. Başkalarının hayatında ahkam kesenlerin aynı şartlarda yaşasalar neler yapacakları merak konusuydu sokak lambalarına…

Bu şehirde kış ne kadar çetin geçiyorsa, insanlar arasında ki ilişkiler de o kadar zorlayıcıydı. Genç bedenler çoktan imkansızlıkların ve elde etmek istediklerinin esiri olmuştu bile.

Şatafatlı AVM’lerin içine sıkışıp kalmış kalplerin, modern ilişkilerde yok olmasıydı hayat. Aşklarını kelimelerde dolu dizgin anlatan insanların, taktiklere ve sekse yenik düşmesiydi ilişkiler. Özgürlük adına birbirini yok etmenin temeli atılıyordu her yeni başlangıçta. Rengarenk kıyafetler içinde, insanlar kendi renklerini solduruyorlardı. Sevgili olmaktan çok seks ilişkilerinin içinde kaldırım süsünden ibaretti kadın/erkek…

Topuklu ayakkabılarla, mini eteğin arasına sıkışmış hayatlarında mutluluğu arayanların dünyasında, daha fazla kadınla birlikte olma çabasında ki erkeklerin buluştuğu gecelerde aşk tükeniyor ve tüketiyordu. Kadının tüm yalanlara inanmaya hazır olduğu, erkeğin bildiği bütün yalanları her kadına söylediği masalarda, kadeh kaldırılıyordu doyumsuzluklara.


Sevgiden uzak, sevişmekten bihaber insanların var olduğu şehirde yok olan kadınların ahı kalıyordu kaldırımlarda..


8 Kasım 2013 Cuma





Aşk samur kürk olsa, kimse üstüne giymez oldu...

23 Ekim 2013 Çarşamba

Mektubun Var


Uzun zaman oldu görüşmeyeli. Ve hatta mektup yazmayı da bıraktım sana. Posta adresini unutmuş gibi yapıyorum. Zaten bu sıra hayatımda ki her şey “gibi ve keşke” den ibaret. Eskiden sana mektup yazarken istek listesi cümlelerimden daha uzun olurdu. Şimdi ise yaşadıklarım listeden daha uzun. Aklına ihtiyacım var. Zira ne  insanları tanıyorum ne yaşadıklarımın sebebini anlayabiliyorum.

Hayatın gidişatını değiştiremeyeceğimi anladığım günden beri, hayatın suyuna gidiyorum. İnsanlarla aramda tuhaf bir duvar var. Sen yanımdayken herkesin iyi bir tarafını görür ve o iyiye tutunurdum. Şimdi ise güvenimin yerle bir olduğu anlardayim. İnsanlarda sağ olsun güvenmemem için ellerinden geleni yapıyorlar. Dizinin dibinde “O” bana yalan söyledi diye ağladığım gün geliyor aklıma. Yalan söylemesine değil, Onun söylediği yalana inanmama üzülmüştüm en çok. Şimdi de çevremdeki insanlar doğruları söylemiyor. Ya da saklıyorlar birçok şeyi. Ve ben insanların yalanlarını dinliyorum doğrularını bilerek. Üstelik eskiden olduğu gibi gözyaşlarına boğulmuyorum, yemeden içmeden kesilmiyorum. Sadece içimden “bu kadar şeye ne gerek var ki diyorum." Acaba kendilerine dürüstler mi diye düşünüyorum. Susuyorum tüm kelimelerimle, yandan inanmaz gülüşümle…

Sen gittikten sonra biraz daha büyüdüm. Buralar değişti, ben değiştim, insanlar değişti. Attığım kahkahalarda bilmişlik var. Yaşadıklarımın izi dolaşıyor ruhumda. Şakalar yapmıyorum insanlara ve yapılan şakalara gülmüyorum. Hatta sinirleniyorum çoğu zaman. Senin getirdiğin hediyelere sevindiğim gibi sevinemiyorum gelen hediyelere. Olgunlaştın mı diye soracak olursan buna cevabım kesinlikle hayır. Saçlarımı sarıya boyadım. Ruhum sarışın olsun diyeJ Hem sen sarı saç seversin. Belki bir gün ziyaretine gelirim. Görürsün tüm değişiklikleri. Akrabalık ilişkilerinde en az senin kadar başarısızım. Yalnızlık konusunda en az senin kadar iyiyim. Sen gittikten sonra bir sürü insandan vazgeçtim ve bir sürü insan vazgeçti benden. Biraz sana ihanetti bu vazgeçişler. Bazen bizi izlediğini düşünüyorum. Sen üzülme sakın. Yaşadıklarımın üstesinden geliyorum.

Aşk konusuna gelince; benim dönem ilginç, aşkı anlatıp yaşayamayanlarız. Tüketimin dibine kadar vurduğumuz tek konu aşk bence. Sevişmek için sevgi kelimelerinin havada uçuştuğu sonrasında yoğun yalnızlığın yaşandığı günler. Sen bana biraz zaman geçsin daha ne yalanlar duyacaksın demiştin. Sanırım doğrular, insanlar büyüdükçe azalıyor. Ben ya geçmişe ya geleceğe ait olmak isterdim. Bu zamana ayak uydurmakta zorlanıyorumJ Sizin gibi sevmeyi bilmiyor  70 sonrası kuşak. Aslında yaşamayı bile bilmez olduk çoğumuz. Teknoloji ile birlikte kalabalık yalnızlıkların içine sürüklendik. Biri bizi gözetliyor evinin içindeymiş gibiyiz. Duygular yenik düştü sanal aleme. Yazışmak, yaşamaktan daha kolay geliyor hepimize. Üstelik bu yazışmalarda canımız sıkılırsa bir tuşla çıkarıyoruz hayatımızdan insanları. Sonra aynı kelimeleri söyleyen başkaları oluyor veya aynı kelimeleri başkasına söylerken buluyor insan kendini. Sanma ki herkesten var farkım. Varlıktan ziyade hiçliğe yakışır ruhum.

Dostluk konusuna gelince; yeni insanlarla tanışmak iyi fikir değilmiş. Eski dostlar şarkısını niye sevdiğini şimdi anlıyorum. Zaten hep söylerdin “ben gittikten sonra beni anlayacaksın” diye. İnsanın dost olabilmesi için cidden yıllara, aynı ruha, birbirini tanımaya ihtiyacı varmış. Yeni arkadaşlıklarda sudan çıkmış balık gibi hissediyorum. Ya yanlış anlaşılıyorum ya yanlış anlıyorum.  Şu akıllı telefonlar var ya onlardan biri bende de var. Tüm dünya ile iletişime geçiriyor insanı. Ama yine de bir kişinin yokluğu tüm kalabalığı eziyormuş meğer. Bu akıllı telefonlar bir tek seni aramamı sağlayamıyor. Bak yine sana mektup yazıyorum bu yüzden.

Sinsi insanlar var çevremde. Keşke onlar hakkında konuşsaydık seninle. Zira nasıl davranacağımı şaşırıyorum. Çirkefleşmek için yaşlıyım, kabullenmek için genç. Şu iki anlama gelen cümlelerle yaklaşıyorlar. Ya da bakışlarına yerleşen kurnazlıkla seni kuşatmaya çalışıyorlar. Herkesin dilinde ahlak ve namus var. Ama nedense hep başkasında arıyorlar bu iki kavramı. İnsanların yer altı ve yer üstü düşünceleri çok farklı. Sanırım insanlar yerin altında ve üstünde de farklı hayatlar yaşıyor. Mesela ben insanı cinsiyetine, ırkına, dinine göre ayırmamayı senden öğrenmiştim ya. Bu iyi değilmiş. En azından cinsiyet ayrımı yapmak gerekiyormuş. İnsanları tanımak için sadece isimler yeter daha fazlasını sorma diyordun. Artık insanlar isimlerini söylemiyor bile. Hatta daha ileri gideni var. Ben adamım diyor adam olmadan. İşte bu durumlarda sarılmana ihtiyaç duyuyorum. Sevmiyorum kelimelerin tükendiği ilişkileri, kalbe şüphenin yerleştiği zamanları. Soğuyorum insanlıktan. Ve bu zamanlarda yanına gelmek istiyorum. Hayatın büyüsü kaçtı uzun zamandır. Fark ettiğin gibi insanlar daha sevgisiz yaşar oldular. Yazılanı yaşadığımız günlerde bize kalanlar defoluymuş.

Senin yaşadığın yeri merak ediyorum. Bilinçaltımın oyun oynadığı anlar var. Rüyamda görüyorum yaşadığın yeri. Ağaçlar arasında evin  sanki. Buradan yanına gelenler oldu. Karşılaştınız mı bilmiyorum. Senden sonra hiç birini görmedim. Bu dünyada ki insanların çoğu,  insanlara bile sahip olduklarını düşünüyorlar. Mesela kimin kiminle görüşüp görüşmeyeceğine iki tarafa sormadan karar veriyorlar. Gerçi hiç birinde senden iz bulamadığım için çok sorun değil. Aynı gökyüzüne baktığımız zamanlarda da onlarla aranda benzerlik bulamazdım. Hayat öyle bir şey ki yaşattıklarını yaşamadan ölmüyorsun. Ve herkesin kalbinde ki sevgi/nefret ilişkisi farklı. Kiminle görüşeceğimi seçemiyorum belki ama kiminle görüşmeyeceğimi seçiyorum. Bazen sevgiye yenik düştüğümde oluyor. O zaman da sevebildiğim için şanslı olduğumu düşünüyorum. Bazılarının yüzsüz olduğunu düşündüğüm gibi.

Aslında iyi şeyler de oluyor. Hala şahsıma münhasır yaşıyorum. Herkes bana akıl veriyor ben bildiğimi okuyorum. Sonra bol bol geziyorum. Her gittiğim yerde anları ve anıları biriktiriyorum. Sürekli fotoğraf çekiyorum. Kaybolan fotoğrafların yerine. Bayramlarım ve özel günlerim güzel geçiyor mesela. Hayatta her şey karşılıklı. Tüm kötü günlerin karşılığında iyi günler var. Bazen sadece şehirlere değil insanlara yolculuk yapıyorum. Her kalbin farklı bir misafirperverliği var. Ben kalp gurmesi olmaya karar verdim aslındaJSevgiden şımartıldığım zamanlarda var. Hayatıma tat katan insanlar var. Onlarla tanışmanı isterdim. İsteklere gelince saat getir, toka getir demek isterdim ama bana oradan sadece sesini yollasan yeter. İnsan en çok sesi özlüyormuş bil…