30 Ocak 2012 Pazartesi

"Topuklu Ayakkabıyla Büyümek"

Çocukken annesinin topuklu ayakkabılarını giyer, rujunu sürer ve ayna karşısında saatlerce kendisini seyrederdi. Babasının yurtdışından getirdiği ve içi makyaj malzemeleri ile dolu sihirli kutuların arasında kaybolur, her sürdüğü farda kendini büyümüş hissederdi. Aynalara alıştığı gibi, topuklu ayakkabılara da çocukluk yıllarından alışmıştı. Annesinin “çıkar onları, düşüp bir yerini kıracaksın” cümlesine inat; podyumda yürüyen manken edasıyla, evinin salonunda uzun yürüyüşler yapardı. Şımarıklığına atılan kahkahalar, yüzüne sürdüğü süsler kadar eğlenceliydi… Süse merakıyla dalga geçen anneannesi; “bu kız erken evlenir” cümlesini her kurduğunda, yüzü alev alev yanar, çığlık çığlığa “ben evlenmeyeceğim” diye bağırırdı. Anneannesi “hep böyle diyenler erkenden koca bulurlar” diye uzatıp, ağlatırlardı Onu. Yüzünde ki tüm boyalar akar, göz yaşlarıyla bir başına kalır, kendini evlenmeyeceğine dair söz verirken bulurdu. Dudaklarında ki ruj, yanağında ki allıkla öyle mutlu olurdu ki, makyajlı yüzüyle neden dışarı çıkmasına izin verilmediğini hiç anlamazdı. Bu yasakları aşması için büyümesi gerekiyordu. O yüzden yıllar bir an önce geçmeliydi. Büyümenin aslında can acıtacağını bilmeden, makyaj malzemeleri, parfümler, gece elbiseleri ile özgürlüğün tadını çıkaracağı günleri hayal ediyordu… Yıllar sonra, bu kadar istekle beklediği anları yaşamaya başladığında, insanların canını acıtmaya başlamasıyla, büyümenin eğlenceden çok, eğlenceyi elinden almasıyla, yılların geçmesine üzülüyor ve çocukluğunda ki anılara sıkı sıkı sarılıyordu. Her yeni yaşında insanlardan uzaklaşması için bir sebep vardı. Büyümek düşündüğü gibi mutlu etmemiş, bir sürü yasağı, kuralı ve kısıtlamayı beraberinde getirmişti. Çocukken kahkaha krizleri herkesin hoşuna giderken, büyüdüğünde attığı her kahkaha ile birlikte isminin önüne eklenen bir sıfat, eleştiri ve hoşlanmayan gözlerle Ona bakan ve kendi olmasına izin vermemeye çalışan insanlar arasında özgür olmanın imkansızlığını anlamıştı. Çünkü Onun özgürlüğü, diğerlerinin ruhlarında ki hapis hayatını hem kendilerine hatırlatıyor hem de herkesin gözleri önüne seriyordu. Evliliğin mertebe olduğuna inananlar arasında dolaşırken, bekarlığından rahatsız olması bekleniyordu. Her gittiği yerde “neden evlenmiyorsun” sorusuna ne cevap vereceğini bilemez, şaşkın şaşkın “neden evleneyim ki” derdi. Kendini güvence altına almak gibi bir mantıkla çıkar ilişkisinin yaşandığı kuruma dahil olmayacaktı. Bu sefer makyaj malzemelerine kandığı ve büyümek için sabırsızlandığı yıllarda olduğu gibi oyuna gelmeyecekti. Beyaz gelinlikler, düğünler, tek taşlarla süslenip en cazip haliyle insanlara sunulan bu hayat onu korkutuyordu. Bu kadar mutsuz ve boşanmış çift varken, aşk olmadan biriyle aynı evi paylaşmak için, gelinlikten, düğünden, tek taştan çok daha fazla rüşvet gerekiyordu… Biz olmayı bilmek ve biz olmayı bilenle bir ömürdü yeni hayali… Kaynak : http://www.migmedya.com/yazar.asp?yaziID=5305#ixzz1kx3PNGEn

24 Ocak 2012 Salı

VERDA SÖZLERİ

* Çocuk kandırır gibi kandırıyorsun... Oysa ben çocukları da kandıran insanları hiç sevmem...
* Sevmekten hiç usanmadım ama değmeyecek insanları sevmekten çok utandım...
* Seninle sevdigim gunler var... * Sessizdir gidişlerim sadece sende gürültü olur...
* En bağlandığım zamanlarda terk etmelerim var benim. Alışkanlıklarım çabuk değişir bu yüzden...
* Söylediklerinle yaptıkların arasında öyle uçurum var ki.Ben söylediklerini severken yaptıklarından nefret ediyorum...
* İnanmadığım cümleler kuruluyor. Tüm sevdiğim kelimelerin büyüsü bozuluyor. Harfler her dudağa yakışmıyor...
* Fakirlik hem yasamasi hem saklamasi zor donemdir...
* Sessiz harflere ses veren sesli harfler gibi her şey. Bazıları hep sessiz hayatta bazıları hayata ses verir...Aşk çocukların elinde oyuncak olmayacak kadar, son demlerinde zorlanmayacak kadar güzel...
* Cocuklukta ki kayiplar zor unutulur. Peki kaybolan cocukluksa?
* Genc yuzler, yasli ruhlar, kahkahalarin ardina gizledigimiz yasamlar, mimiklerimizde ki cizgilerde unutmaya calistigimiz gecmisti gizlenen...

19 Ocak 2012 Perşembe

Yalnızlıkta Büyümek

Dünde kalan tecrübesizliklerimle hayatıma devam edebilseydim keşke. Çocuk ruhumla büyümeyi istediğim, yaşarken güzelliğinin farkına varmadığım yıllara duyduğum özlem, kendime duyduğum özlemdi aslında. Mahçup, sevmekten sevilmekten hoşlanan, iltifatlarda yüzü kızaran, bakışlarında saflık olan benden, yılların şekillendirdiği ,iltifatlara kahkaha ile gülen, yaşamışlığın verdiği tüm bilmişliğin yüzüne işlediği bir ben olma sürecinde; aşklarım, nefretlerim, insan olma ve olmama halimle ne çabuk büyümüştüm. Pastanın üzerinde söndürdüğüm mumlar arttıkça, eksilen saflığımla, her şeyi ben bilirim havamla, mağrurlukla, yeni yaşa merhaba dediğim, her doğum günüm, insanlarla arama koyduğum mesafeydi… Kimse bana büyüdüğünde şartların nasılda değişeceğinden bahsetmemişti. Sorumlulukların; sevinçlerin, sevginin, çocuk kalbin ötesine geçeceği söylenmemişti. Aşkın, çocuk kalbimle sevdiğim yıllarda ki gibi olacağını sanıyordum tıpkı nefretimin aynı o yıllarda olduğunu sandığım gibi… Saklambaç oynadığım yıllarda, saklanamadığım gerçeğiyle yüzleştiğimde attığım kahkahalara eşlik eden oyun arkadaşlarımla, evcilik oyunlarında kimilerinin öğretmen, kimilerinin doktor olduğu zamanlarda ortaya hazırlanan böreklerle, büyümenin çok eğlenceli olacağı hayaliyle yaşadığım, kahkahalarımın keyfini tadamadığım ,sadece sokakta oynadığım oyunlarla, yalnızlıkla koyun koyuna olmadığım çabucak geçen yıllardı. İlk kez birine aşık olduğumda 7 yaşındaydım. Aynı kıyafetleri giydiğimiz, birbirimize ömür boyu diye söz verdiğimiz, kıskançlıktan deliye döndüğüm, evden çıkmasına izin vermediğim, babasının Almanya’dan getirdiği hediyeleri sahiplendiğim, tüm büyüklerimizin bizimle dalga geçtiği yıllarda neler çektirmiştim O’na. Yıllar sonra karşılaştığımızda, söz verdiğimiz gibi birlikte yaşlanmadığımız yıllardan utanarak, çocuk yıllarında ki mahcuplukla bakmıştık birbirimize. En son 20 yaşında gördüğüm ilk aşka, 37 yaşında facebook da tekrar merhaba diyecektim. Ablasıyla eski günleri anıp kahkahalarla gülerken, ikimiz farklı hayatlarda nefes alıyorduk… Tüm çocukluk arkadaşlarını bir bir bulmaya çalışırken, iş hayatıyla birlikte edinilen tüm dostların menfaatler yüzünden bir bir listeden silindiği yılları selamlamakla başladı büyük değişim. Her incinmede, her hatada, söylenen kötü sözler, kullanılmışlık hissi ile içe kapanmaların yaşandığı, seni seviyorum cümlelerin havada uçuştuğu ama kalpte yaşanmadığı yıllarda yalnızlıktı büyümek… Küçük şehri özler gibi özlüyordum çocukluğumu ve çocukluğumda ki Ben’i. Yıllarca dostum dediğim insanları tanıyamamanın verdiği parçalanmışlıkla, beni sevmediklerini hissetmenin üzüntüsüyle, dostluğumun kullanıldığı tüm vakitlere lanet okuyarak, kalbimi kapattığım ve büyük ayrılıklarla dönüm noktası yaşadığım hayatımda savrulmalarla geçen her günüm geçmişe olan kırgınlığımdı artık. Hayatın haksızlıklarında; sarıldığım insanların hayattan daha incitici olduğunu öğrendiğim günden beri, hayaller kurmayı bırakmış, geçmişimi daha yalnız, daha parçalanmış hatırlarken, bugünde her gidenin yerine yenisini koyduğum yaşanmışlıklarıma alaycı bakışlarla gülerken yakalıyordum kendimi… Yaşadığım hayatta; daha güçlü görünürken, daha kırgın, daha çok sevmeye muhtaç biri haline geldiğim olgunlaşma sürecimde, tek isteğim insanların rol yapmadan sevdiğini ve sevmediğini söylemesiydi. Tüm yalanlarda daha çok inciniyordum. Parçalarım yeterince dağılmışken, kimsenin beni anlamadığı zaman diliminde yaşlanmaya yüz tutmuş, kelimelerde başka anlamlar arar olmuştum. Sokaklarda oynanan oyunlardan farklıydı şimdi ki oyunlar. Yüzler çirkinleşiyor, hangi yüzle konuşacağını bilemiyordu insan. Yalnızlaştıkça büyüyor, büyüdükçe yalnızlaşıyordum… Birinin kızı, birinin karısı, birinin yeğeni, değildim. Kimseye ait olmayan, sadece BEN olarak yaşarken, yaşlanırken, dışarıdan bakanlar için kahkahalarıyla yaşama renk olmuş ben ve yılların kötü davranmadığı gibi duran aynada ki aksimin tam tersi, yorgunluklarımla karşıladığım yeni yaşımda çocukluk yıllarımda ki kadar dürüst olmaya karar vermenin rahatlığıyla ve çevremdeki insanları rahatsız edeceğimi bilmenin keyfiyle, tek şansım hayatta ki aşka bağlılığım ve aşka bağlanmamı sağlayan aşklarımdı… Olgunlaşmanın tadını yaşarken, kalbimde bir köşede büyümekten kaçan, hala çocuk ruhumun kalması, biraz da hayatla dalga geçerken gözlerimde neşeli pırıltılara neden olan, her günümü bahara çeviren Sen en büyük hediyeydin bana… Sevgiler Kaynak : http://www.migmedya.com/yazar.asp?yaziID=5138#ixzz1ju6iBvIs

11 Ocak 2012 Çarşamba

22 Ayar Güveni Çalan Hırsız

Tek katlı evde bağıra çağıra konuşarak, koşmanın özgürlüğü yaşanarak, doyasıya sevilerek bir çocukluk yaşamak insanda o anlara dair unutulmaz anılar bırakır. Küçük şehirlerin eski mahallelerindeki ahşap evler, kapıların nadiren kilitli tutulduğu, zil sesleri yerine kapı tokmaklarının var olduğu, ufacık pencerelerinde demirlerin rengarenk boyandığı, iki katlı güzel evlerdir. Top sesleriyle iftar açılır, fener alayında alkış tutulur, çaylar beraber içilir, hep birlikte pikniklere gidilir... Mahalledeki komşular kalabalık bir aile gibidir. Hiç bir şeyden korkmaz insan çünkü bilir ki koca aile onu korur kollar. Bu mahallelerde hiç hırsızlık yaşanmaz. Ne evlerden, ne kalplerden bir şey çalınır. Çamurlu ayaklar ne evlerde, ne kalplerde dolaşır. Açık hava sinemasında gazozlar eşliğinde seyredilen Türk filmleri tadındadır hayat; şekerli ve bol baloncuklu… Yıllar sonra modernleşme adı altında; anıların, orf ve adetlerin, sevgilerin en önemlisi güven duygusunun üzerine kurulan apartmanlar, göklere yakın insanlara uzak yaşamın kapılarını açarken, çelik kapılar ardında hayat devam eder. Tesadüfen eski mahalleden dostlarla hasret giderirken, mahalledeki ahşap evleri özler gibi eski aşklar, eski aşıklar özlenir. Sobaların ısıttığı evlerdeki hayatlar sımsıcak bir duyguyla sarıp sarmalarken çocuk ruhları, orta yaş bedenler, paralanan cepler sayesinde apartman katlarında kaloriferin mesafeli sessizliğinde ısınır durur. Ruh ise çocuklukta bırakır kendini tüm çaresizliğiyle... Bu güvenlikli, bol kilitli çelik kapısı olan dairelerde, hırsızdan korunmak için her şey düşünülmüştür ama hırsıza kilit yoktur. Hırsız sadece eve girmekle kalmaz hayatınızdan da çalar… O gün hava yağışlı, kapı açık ve her yer dağıtılmıştır. Çamur izleri Ona; en mahremine girilmiş olmanın verdiği rahatsızlığı ve leke çözücülerin bile etkisiz kaldığı bir yabancılaşmayı yaşatır. Ağlayan gökyüzüne inat dağınıklığa bakarken, kendini yabancı hisseder. Hırsızın içerde olup olmadığının, neleri çaldığının önemi yoktur. Çünkü O yakalanmak pahasına içeri girmiş, izlerini bırakarak gezinmiş ve hiç çekinmeden kollarını açıp kucaklamıştır iyiden iyiye ev sahibini unutarak. Kapıları kendi mi aralamıştı acaba çok güvenerek, yoksa çok güvendiği ruh mu pencereleri açık bırakmıştı sorularına cevap ararken? Merhabalaşmaktan öteye gitmeyen sadece yüzlere aşina komşuların "geçmiş olsun, bir daha olmaz" telkinlerine inat şüphe ve aldatılma fırtınaları kopmaya başlar. Her gece hırsızla karşılaşmak korkusuyla yaşanmayacağını iyi bilir ve ilk defa kiracı olduğuna sevinir. Onun için, gözlerine mahcup bakan, gösterişli, sarıp sarmalandığı, güven duyduğu ev, artık başkasının izlerini taşıyan, kolaylıkla kandırılan herkesin evinden farksızdır. O büyük şehirde büyük insan olmuştur olmasına da büyük acılara da gebe kalmıştır. Bu olaylar yalnızlığı çağrıştırır, çaresiz hissettirir, yabancılaşmayı ve insana duyulan ihtiyacı hatırlatır. "Bir bakarsın hayatının kahramanı; İnsanlıktan bile yoksundur. Ve anlarsın ki çizgi roman dışında, kimsenin bir kahramanı yoktur" sözünü doğrulatırcasına, hırsız hayatından kahramanını ve güven duygusunu çalmıştır. Sonunda insan geriye kalanları 22 ayar altın niyetine bozdurup bozdurup harcamaya devam edecektir, geçmişe, dostluğa, sevgiye aşka dair ne varsa… Sevgilerle, Kaynak : http://www.migmedya.com/yazar.asp?yaziID=5031#ixzz1j8dy7uMo

9 Ocak 2012 Pazartesi

Hayatın Rengi Siyah

Hayatın Rengi Siyah Hayatla arasında sıradan olmayan bir ilişki vardı. Doğduğu günden beri oyunlar oynuyorlardı. Her yeni oyunda, hayatın ona karşı yenildiğini görmek en büyük mutluluğuydu. Sadece yeni oyuna başlamadan biraz nefes alırım diye düşünürken sabırsız oyun arkadaşının göz kırpmasıyla başlardı her şey yeniden.

Güçlünün güçsüzü ezdiği bu dünyaya kız çocuğu olarak gelmek öyle kolay değildi. Süslü püslü etekler giyip, dantel çoraplarla gezip, renkli tokalar takılınca hayat renklenmiyordu. Her şeyin kuralı vardı çünkü. "Düzgün otur, çok gülme, çok konuşma, sen büyüksün artık dikkat çekme" cümlelerine anlam veremezdi.

Madem dikkat çekmemesi gerekiyordu, hediye paketi gibi niye giydiriyorlardı Onu. Bir an önce büyümeliydi ve kurtulmalıydı bu eziyetten. Büyüdüğünde kimse karışamayacaktı Ona. Büyümeyi istemesinin bir başka nedeni de dünyanın düzenini değiştirebileceğine inanmasıydı.

Asırlardır kız çocuklarının yok sayıldığı, sürekli aşağılandığı, dövüldüğü , satıldığı, dayak yediği, her hareketlerinin eleştirildiği düzende yaşamak zordu. Erkek gibi kız olmasını bekleyen ailesine büyük şaşkınlıkla bakardı. Çünkü tanıdığı tüm erkekler sevgilerini, nefretlerini, isteklerini ya bağırarak ya da dayak atarak dile getiriyordu.

Ve bunu yaparlarken de kendilerini haklı çıkaracak hep bir nedenleri vardı insan olmaktan uzak… Şiddetin en kötü yanı sanıldığı gibi canın yanması değildi, benliğin şiddete maruz kalması , yıllarca unutulmayan anılardı.

Ve bu anıların hayatın büyük bölümünde karşısına çıkmasıydı. Bir köşede herkesi sessizce izlerken, bu kadar sevgi dolu insanların birden içlerine şeytan girmiş gibi değişmelerine anlam veremezdi.

Akşam nefret dolu , sabah sevgi dolu bu insanları sevmiyordu. Korkuyordu onlardan ve onlara inanılmaz acıyordu. Çünkü pişmanlıklarını her seyrettiğinde kendini cüceler ülkesinde dev gibi hissediyordu. Şiddeti şiddetle savunanlar arasında dili tutulurdu hep.

Seni çok seviyorum kelimesini yalanlarcasına atılan tokatlar onun kabuğuna çekilmesine ve kendine güveninin yok olmasına neden olurdu. Kadın olmak yeterince zorken, hayatın oyunlarında güç kazanmak için çabalaması ve ördüğü duvarlarla, insanlar ondan uzak, o insanlara farklı, kelimeleriyle yaşanmışlıklarıyla bambaşka biriydi artık.

Çocukken giydiği tüm renklere inat sadece siyahta takılı kalması çocukluğuna tepkiydi. Çocukları rahat bırakmalıydılar, çocukluklarını yaşasınlar diye. Oysa geleceğe hazırlarken hep, çocukluktan çalıyorlardı.

Onu anlamayanların arasında oyun hamuru gibi şekilden şekle girer, herkesin ahkam kesmesini ilgiyle izlerdi. İzlediği tüm insanlarda aynı tadı alırdı. Kimse onu tanımıyordu ve hiç biri dürüst değildi kendini anlatırken. Hep vazgeçme isteği bundandı. Yalan dünyada gerçek olan tek şey insanların şiddeti sevmesiydi. Ağaçların gövdelerine bıçaklarla aşklarını yazanlardan, dalından koparılan güllerle sevgilerini anlatan insanlardan korkuyordu. Kadının karnından sıpayı sırtından sopayı eksik etmeyeceksin diyen atalara inat, güçlü olmak gerekiyordu. Cahil toplumda kadın olmak zorken, Onun yanında erkek olmak hiç kolay değildi artık…

Kaynak : http://www.migmedya.com/yazar.asp?yaziID=4979#ixzz1iyV28x3U