Başka şehirlerde nefes almak. Bazen şehrin izini ruhuna
katmak ve bazen şehre ruhunu katmak… Gece sabaha kadar heyecandan uyumadan gezilecek
yeri hayal etmek. Kastamonu daha önce hiç görmediğim, anılarımın olmadığı bir
şehir.
Ankara’dan saat 11.00 de çıktık yola. Sanki hızlı film
şeridinden geçer gibiyim. Göz açıp kapayıncaya kadar Çankırı’ya geldik bile. Şehir
merkezinden geçerken apartmanların çokluğu ile insanların azlığı dikkatimi
çekiyor. Bir an önce ayrılmak istiyorum buradan. Yaşanmamışlık var. Her yerde
aynı alışveriş merkezleri, bakkaldan dönme marketler, ve gri apartmanlar.
Virajlı yollardan geçerken yemyeşil ağaçlar görünmeye
başladı. Manzara o kadar güzel ki, unutturuyor tüm kötülükleri. Yeşilin her
tonunun var olduğu ağaçlar ve gökyüzünün mavisi. Ilgaz dağında mis gibi havayı solurken şanslı
olduğumu düşünüyorum. Dinler dinlenme
tesisinde yemeğin tadından çok testide gelen su ilgimi çekiyor. Ağaçların arasına
kurulmuş bu yerde temizliğe takılmamaya çalışıyorum. Yol arkadaşımla bazen
gülüyor, bazen konuşuyor, bazen susuyor ve bazen de birbirimize
yabancılaşıyoruz.
Kastamonu ufak şirin ve sanki bir gecede kurulmuş bir şehir.
Tarihi evler, apartman dairelerinin arasında sıkışıp kalmış. Kastamonu Kalesine
çıkarken hediyelik eşya satanları izliyorum. Buzdolabı süsleri, ufak heykeller,
üzerinde Kastamonu hatırası yazan havlular. Turistik eşyaların her yerde aynı
olmasına takılıyorum. Kaleden; şehri
seyrederken restore edilmiş tarihi evlerin güzelliği ile çirkin apartmanların
birbirine hiç yakışmadığını görüyorum.
Ilıca Şelalesini bulmak için düşüyoruz yollara. Köy evlerine
hayran kalıyorum. Kastamonu’dan aklımda kalan güzel köy evleri ve harika
manzara olacak. Yeşilin her renginin var olduğu yerlerde harika kahverengiden
oluşan güzel evler. Krem rengi perdelerin arkasına gizlenmiş hayatlar…Ilıca
Şelalesinin olduğu yere gitmek için toz toprak virajlı yollardan geçiyoruz.
Sanki arabaya taş atan ufak cüceleri sarı toz yığını saklamış gibi. Büyülü
ağaçların arasından geçerken Alice Harikalar Diyarında’ki Alice oluyorum. Tahtadan
kurulmuş köprü, medeniyetten alıyor ormanın içine bırakıyor beni. Sonra ağaçlar
birbirine sarılmaya başladığında kötü kalpli cadıdan kaçan Pamuk Prenses
oluveriyorum. Ağaçların arasında duyduğum hışırtılardan korkarken, kelebekler ve rengarenk böceklerin
arasında kahkahalarım yankılanıyor. Gürül gürül akan şelaleyi beklerken gördüğüm manzara
karşısında hayal kırıklığına uğruyorum. Hayattan
çok fazla bir şey beklemediğin zaman daha az üzülüyorsun. Hayal kurmayı bu
yüzden sevmiyorum aslında. Şelale haricinde göl ağaçlar tahta köprü o kadar
güzel ki. Manzarayı seyrederken yeşile teslim oluyorum. Göl unutturuyor hayal
kırıklığımı…
Kastamonu’ya geri dönüş yolunda İnebolu’ya mı gitsek diye
kararsız kalıyoruz. Ankara’da yaşayınca insan deniz kenarını istiyor hep. Ama
Kastamonu için çıktık yola diyor ve dönüyoruz şehre. Üniversitenin olduğu
yerler cıvıl cıvıl. Havasını değiştirmiş buranın üniversite belli ki.
Medresinin içinde Münire Sultan
Sofrasında yemek yiyoruz. Burası temiz ufak bir lokanta. Etli yaprak sarma ve yöreye
özgü daha önce tatmadığımız tiritten oluşan yemeğimiz bol sarımsaklı yoğurtla
ikram ediliyor. Sarımsağı memleketinde yemek çok leziz. Lokantanın elemanları öyle içten ki, bizi yabancılamadan anlatıyorlar hayat
hikayeleri ile birlikte şehri.
Bu sefer şehirde insanlarda öyle yabancı ki bana. Dönüş
yolunda Ankara’ya kavuşma heyecanı var. Etrafı yeniden seyre dalarken bir sürü
geyiğin ağaçların arasında gezindiğine tanık oluyorum. Çocuk gibi seviniyorum.
Yolda kavun satan ufacık satış uzmanı, kavunla aynı sarılıkta saçları olan çocuktan
baldan tatlı kavunlar alıp evime dönüyorum. Heybemde yeni şehrin anıları,
yüzümde yaşadığım günün gülümsemesi var…