Gökyüzüne yakın penceremden benim için şekilden şekle giren
beyaz bulutları seyretmeye doyamıyorum. Pamuk şeker tadında bulutları
seyrederken yüzümde muzur gülümsemem var. Bugün Ankara sokaklarında sarılacağım
zamana. Çankaya’da tuhaf bir sessizlik hakim. Çocukların dışarıda koşmadığı,
çığlıklarını duymadığım tek yer burası. Sanki terk edilmiş yıllar önce.
Arabaların korna sesiyle yaşam katılmış gibi. Seviyorum bu kimsesizlik kokan
Çankaya sokaklarını.
Annemle Ulus semtine doğru yol alıyoruz. Ünlü Ulus
Heykelinin önüne geldiğimizde annem geçmişini hatırlıyor. “Eskiden burası
Ankara’nın en ünlü semtiydi. Buluşma yerimizdi Ulus” diyor. Şimdi fakirliğin
izlerini taşıyan, hayattan beklentisi kalmamış, yaşından önce yaşlanmış insanlarla
dolu. Atatürk Heykeli yine buluşma noktası çoğunluğun. İnsanlar gibi yıpranmış
bir Ulus var karşımda. Annemin anlattıklarına inanmak gelmiyor içimden. “Eskiden
sadece Kızılay ve Ulus vardı diyor.” Ben ise sadece gösterilerin yapıldığı,
yürüyüşlerin ve polisin bol olduğu Kızılay ve Ulus’u biliyorum. Annem
anılarında boğulurken, ben şimdide bunalıyorum. İnsanların çaresizliği
yüzlerinde çizgilere konu olmuş, giyilmekten lime lime olmuş kıyafetlerin
arasında çoğu yaşayan ölü. Görmekten hoşlanmıyorum. Herkes gibi yok saymak
işime geliyor kim bilir.
Hacı Bayram Veli Türbesine doğru yürüyoruz. Sarı saçlarımla
burada turistim. Herkes bana senin burada ne işin var der gibi bakıyor. Şekilcilikten
ileri gidemedik bir türlü diye düşünüyorum. Amasya türbelerinde ahşap kokusu
ile birlikte çocukluğumu bana getiren koku bu türbede yok. Duasını okuyan
dışarıya çıkıyor. Ankara’nın farklı bir yüzüyle daha tanışıyorumİlahiler
eşliğinde sular yükselip alçalırken, sakallar arasında gizlenen yüzlere ve kara
çarşaflara bakıyorum. Yine ait olmadığım
bir yerde var olma çabasındayım. Bankta annemle sessizce otururken “şeker alır
mısınız” diyen bir sesle irkiliyorum. Duası kabul olan bayanın elinde ki okunmuş
şekerlere bakıyorum. Hepsini avuçlamak geçiyor içimden. Geçmiş günleri getiren şekerlerde
benim gibi yabancısı bu semtin. Çocukken hanım hanımcık oturmanın mükafatı iki
külah mevlüt şekeriydi. Şimdi rengarenk şekerlerden bir tane ağzıma atıp
çocukluğumda ki günlere kahkaha atıyorum.
Türbenin yanında yer alan Roma Hamamı kalıntısına takılıyor
gözlerim. Ankara Cumhuriyet ile tarihte yerini aldı bence. Ufak köprüler ve eski Ankara evleri. Aslında
burası yenilenmeye başladığı için eski Ankara evleri pırıl pırıl kalıyor insanların arasında. Ruhların renkleri
solmuş, bakışlar donuklaşmış, gülmeyi unutmuş ve hayattan vazgeçmiş insanlar arasında, beyaza
boyanmış, restoresi tamamlanmış ahşap evleri seyre dalıyorum. Binaları yenilemek kolay, ruhlara bahar
getirebilseniz keşke diye düşünüyorum.
Eve dönüş yolunda tuhaf bir huzur ve rahatlama ile anneme
sarılıyorum. Ankara gün geçtikçe daha gri ve daha çirkin bir şehir haline
geliyor. Beton yığınının arasında şehrin griliğine uyum sağlayan takım elbiseli
tiplerin arasındayım. Ve bu şehir ilk defa gözüme soğuk, hasis, çirkin, ruhuma
uzak geliyor.
Bu şehirden uzak bir yerde yaşlanmak istiyorum. İnsanların
sevgi dolu, mutlu olduğu bir diyarda. Hayat olan bir şehirde yaşamak istiyorum…
Sevgiler