28 Mayıs 2013 Salı

Hürrem Sultan'ın Kaçması


  

  Günlerdir Hürrem Sultan’ın Kül Kedisi misali, sihirli dünyayı terk etmesi ile ilgili yazılıp çizilip, konuşuluyor. Elleri belinde mahalle dedikoducusu tarzında program sunucuları “ aaa çok ayıp, tüh tüh, vah vah” şeklinde ki yorumları ile programları seyredilsin diye şekilden şekile giriyorlar. Hürrem Sultan’ın yaptığı işi yarım bırakması konu dışında kalmaya başladı bile. Şimdi şımarıklığı, önceden yaşadığı hayat şartları, zayıflığı, şişmanlığı konuşulurken, olayın ahlaki boyutunu tartışır oldular tüm ahlaksızca hareketler eşliğinde.

  Modern dünya insanı köleliğine o kadar alıştı ki sisteme karşı çıkan, baskıdan boğulan insanları anlamakta güçlük çeker oldu. Hemen herkes “işi var şükretmiyor” cümlesini kurarken sistemin yanlışlığına kimse dokunmuyor bile.

  Hürrem Sultan’ın insan olduğu unutuldu. Herkes kendi çalışma şartları ile karşılaştırmaya başladı. Siz şartları kabul ederek çalışıyorsunuz diye başkaları isyan etmeyecek mi sandınız? Haber verseydi, son bölümü oynasaydı gibi yorumlarla suçlayan ve yurtdışında bu sektörün sözleşmelerini örnek gösteren insanlara cevabım; bu ülkenin şartlarına göre çalışan insanları, yurt dışında olsaydı şöyle olurdu böyle olurdu diye korkutamazsınız. Haber verseydi eğer sömürüldüğünü hissettiğini kimse anlamayacaktı. Sessiz istifaların bir çoğunda patron bile farkına varmaz elemanının niye ayrıldığını. Çünkü bu çarkta mantık, iş yürüsün de kiminle yürürse yürüsün fark etmezdir. Kendi hayatlarında hatalar yumağı ile yaşayan programcıların Hürrem Sultan sayesinde günlerce çene çalmasından hiç hoşlanmadım. Televizyon sektörünün avamlığı her geçen gün bu tip programlarla gün yüzüne çıkar oldu.

  Duygusal boşluklar, ışıklı hayat ne kadar renkli ve büyülü olursa olsun bazen kaçışı gerektirir. İnsanın psikolojisinin ne olduğunu anlamadan bu kadar sert eleştirilmesi haksızlıktır.

  Bazı insanlar kimin mağdur olduğunu bir türlü anlayamıyor sanırım. Öpüşen çifte ahlaksız diyen hatta tekbir getirenler, sokak ortasında bıçaklanan kadın görseler sessiz sedasız izliyorlar. Hürrem kaçtı diye yaygara koparanlar, geçen sene dizi setlerinde yaşanan kötü koşulları protesto eden insanların yürüyüşlerinde sessiz kaldılar.

  Aslında insanoğlu sade yaşamın tadına varmalı. Yoksa bu tüketim sendromu dört bir yanı sarmışken, yalnız, mutsuz, hayatın tadını unutan insanlarla dolacak tüm dünya…


  Sevgiler…

22 Mayıs 2013 Çarşamba

Unutmak İçin Yaşamak


Bu sıra kitaplara ve kendime döndüm yüzümü. Her darbe aldığımda ruhuma, arınmak için uzaklaşırım insanlardan. O zaman yine insanların yazdığı kitaplarla kendimi bulmaya çalışırım. Hayata fırlatılmış gibi ya da hayattan fırlatılmış gibi hissettiğim günlerden birinde “Safran Sarı İnci ARAL” kitabı ile buluştum. Aslında birkaç arkadaşımdan kitap için övgüler almıştım. Kitabı elime aldığımda daha tek kelime okumadan ruhumda tuhaf bir kasvet oluştu. Okuyup okumamak arasında gidip gelen kararsızlıkla birkaç gün kenarda bırakıverdim.

Diş eti ameliyatı için sabah 09,30 da dişçi koltuğuna oturdum. Prof ve asistan için sürekli yaptıkları iş artık sıkıcı olmaya başlamıştı bile. Benim içinse dişçi koltuğu yeterince ürkütücüyken ameliyat aletlerini görmek korku filminin başrolünde oynamak gibi bir şeydi. Ameliyat sonrası diş etlerim siyah iplerle dikilmiş, yüzüm şişmeye başlamış, dudaklarım silikon yapılmış hale gelmişti. Bir an önce eve gidip uyumak ve bugünü unutmak istiyordum. Vücudum kistlerle sınanıyordu. Hastalık karşısında zayıf ve çaresiz hissederken  ölümü andıran uykunun kollarına atıldım.

Uyandığımda baş ucumda “Safran Sarı” bana bakıyordu. Sanki içindekiler beni ürkütecekmiş gibi yine tuhaf bir tedirginlik sardı benliğimi. Elime almadan kapağına, kitabın adına takıldım saatlerce. Sayfasını açmak gelmedi içimden.

Yüzümdeki şişlikle aynaya bakarken bir insanın ne kadar çirkinleşebileceğine tanık oldum. O sırada telefonuma gelen mesajlar halamın yoğun bakımda olduğunu söylüyordu. Boşanmış aile çocuklarında kan bağının bir önemi olmadığını yıllar önce öğrenmiştim. İnsanların kırgınlıkları olduğu gibi benim incinmişliklerim vardı. Yine hastaneye gelme mesajı ile geçmişin acımasızlığı yüzüme çarpıldı. Bir anda ördüğüm duvarlar, savunma mekanizmam çöküverdi. Halamın çocukları ile konuştuktan sonra hastanede Mustafa ile birlikte yerimizi aldık. Aradan geçen yıllar herkesi yabancılaştırmış. Boşluk hissi, yaşanmışlıkların ve yaşanmamışlıkların girdiği zamanda hiçlik duygusu. Bana sorulmayan soru kardeşime soruluyor. “Neden böyle olduk biz” kardeşimin vereceği cevap yok bu soruya. Emir komuta zincirinin kötü kalplisi karşımda duruyor. Yüzüne bakıyorum. Bu insanla kan bağım olamaz. O benim kardeşime sarılırken utanıyor mu acaba diye düşünüyorum. Kendi dünyasında inançlarının ve sevginin olmadığını düşünüyorum. Onun bana bakmasını istemiyorum. Beni görmeyi hak etmiyor, tıpkı kardeşimi öpmeyi hak etmediği gibi. Ama aynı seviyede değilim, aynı çirkeflikle karşılık veremem. O zaman en az onun kadar kirlenmiş olurum. Sonra yüzünü görmekten rahatsız olup, güvenli kollara dönüyorum yüzümü. Abimle konuşmaya başlıyorum ve karşımdaki insan un ufak oluyor. Varoluşa inat sessizliğimle yok oluyor. Yoğun bakımda yatan halamın öleceğinden eminim artık.  Ölen insanların herkesi son kez görmek istediğine inanıyorum. Telefonda konuşmamızı hatırlıyorum. Aslında biz telefonda vedalaşmıştık diye düşünüyorum. Eve dönmek istiyorum. Dönüş yolunda bedenim arabada ruhum Safran Sarı’da…

İçimi ürperten hisle titremeye başlıyorum. Annemi görmek cennete girmek gibi. Battaniyemin içine gömülüyorum. Çok sevdiğim biri tarafından terk edilmiş hatta mideme tekme yemiş gibi bitkinim. Ruhum yenilgilerden yorgun. Yaşımdan büyük yaşadıklarımı unutmalıyım. Safran Sarı’sının ilk sayfası ile birlikte bugünü unutup başkalarının hayatlarına dahil oluyorum.

Kitap beklediğimin aksine tuhaf bir cinsellikle süslenmiş, modern dünya insanlarının yalnızlıkla sekse sarılışını anlatan satırlarla dolu. Maddi tatminler uğruna maneviyatın çöküşünü anlatan cümlelerdeyim.  Okurken popüler kültür kitapları sevmediğime karar veriyorum. Kendi kırgınlıklarımı bırakıp kitapta yazan insanların çaresizliğinde boğuluyorum. Aşkın adının kirletildiği, sevgisizlikle insanların yok oluşunun bu şekilde anlatılması tiksinmeme yol açıyor. Sabahlıyorum okumanın verdiği rahatsızlıkla. İnsan yazgısını değiştirebilecek güce sahip olsaydı keşke. Çok uzun zamandır yazılanı yaşadığımızı kabul ettiğimin farkındayım oysa. Hatta unutmak için yaşadığımı biliyorum artık.

"Sizi bekleyen hayatı yaşamak için planladığınız hayattan vazgeçmelisiniz" cümlesi ile sadece yeni güne değil yeni hayata başlıyorum...

Sevgilerle