Yine aramıza koca bir zaman girdi. Mektuplarım seyrekleşti.
Günlüklerime de küstüm. Kelimeleri cümle yapan harflere de küstüm. Enerjimi
tüketen insanların arasındayım. Her şeyi ben bilirim havalarında gezen ama
kendilerini bilmeyen insanlarla ömrüm geçiyor. Yabancılaşma hissim o kadar
fazla ki. Sanırım bu yanım sana çekmiş. Sende insanların arasında fazlasıyla
yabancı ve yalnız hissederdin. Hayattan ve insanlardan kendimi çektim velhasıl.
Kendim ile tanışma faslındayım. Zaten insanlarla birlikteyken çok mutsuzum. Aynı dili konuşmayalı asırlar olmuş gibi
hissediyorum. Sen güçlüsün cümlesi ile sen iyisin cümlesi arasında sıkışıp
kaldım. Aslında benim iyiliğim ya da
güçlü yanım yok ve fakat insan kullanmaya başlamanın en süslü cümleleridir
kendileri.
Sana anlatacaklarım var. Nereden başlayacağımı bilmediğim
gibi nasıl sonlandıracağımı da bilmiyorum. Oysa bizim için senaryoyu yazan; başlangıcı, gelişmeyi ve sonu bir nefeste
bitiriyor. Ben bu kadar çocuğun acı çektiği bir dünyanın yazarı olmak
istemezdim. Hep mutlu sonlarla bitsin isterdim hayat. Nedense hep bir son
düşünüyorum.
Beni derinden sarsan bir haber vereceğim. Ölüm bir
başlangıçsa kim bilir belki
buluşmuşsunuzdur. Erkek yeğen dayıya çekerdi değil mi? O senden bile daha erken
ayrıldı aramızdan. Bu ülkede bombalar
patlıyor. Bu ülkede şehit haberleri açılış haberleri ile yarışıyor. Hatta çoğu şehit
haber bile olmuyor. Sessiz sedasız hayatlardan akıp gidiyorlar. Koca bir
kahramanlık hikayesi, paçavraların magazin haberlerinin arasında yok oluyor. Klavye
başında ülke kurtarmaya çalışanların çoğunluğu ise koca, kalın puntolarla “unutursak
kalbimiz kurusun” yazarak, kızarak, küfürler ederek, kafalarında ötekileştirdiklerini aşağılayarak her
olayı unutuveriyorlar. Sen bu dünyada olsaydın sinirleneceğin ne çok şey olurdu…
Erkan’ın ölüm haberini almadan birkaç gün önce rüyama geldi.
Fotoğraf çektirdiği yerlerle birlikte. Belki de ben onun yaşadığı hatta
yaşamını sonlandıran yere gittim rüyamda. Sonra kalabalık bir evin içinde beni
yalnız bırakıp gitti. Bir sürü akrabanın ağlamalarıyla baş başa kaldım. Sabah
anneme anlatırken boğazım düğüm düğümdü sanki gerçekmiş gibi.
Bazen bir olay olur ve hayat bir daha eskisi gibi olmaz ya
işte ben o noktadayım. İçimin içime sığmadığı o kara günde haberi geldi.
07.04.2016 Perşembe günü oruçluyken bu dünyayı terk etti. Gözyaşlarımın eşliğinde sesim bana yabancı. Acıyla
birlikte etraf bir anda bembeyaz oldu. Arabalar, insanlar her şey beyaza
büründü. Erkan
Nusaybin’de şehit olmuş. Hayatın tadını çıkaranların arasından geçerken acının
tarif edilmez halindeyim. Bacaklarımın tutmadığı, yere yığıldığım anda beynime
üşüşen anılarla baş başa kaldığımda zaman durdu. Her şey bir oyunmuş gibi geliyor. Sen burada
dünya derdindeyken o bambaşka bir savaşın içinde canını ortaya koyuyor. İnsan
inanamıyor ki öldüğüne. Oysa şehit çadırı çoktan kurulmuş evinin önünde. Ölümün
ağırlığı çökmüş şehrin üzerine.
Uzun zamandır
konuşmuyorduk. Senden sonra akrabalık ilişkilerinin üzerine kalın bir örtü çekmek
zorunda kalmıştım. Arada seninle
paylaşıyordum gönül kırgınlıklarımı ve kırdıklarımı. İşte yine sendeyim
paylaşmak için hayatımı.Biliyorsun ben düğünler, cenazeler, hastaneler konusunda
tutuk olanlardanım. Cenaze evinde sessiz ağıtlar, gözlerden akan yaşlar ve
yüzlerde acının her türlü izleri var. Gözyaşımda geçmişi var, yaşayamayacağı
yıllar var. O kalabalığın arasında yaşlı ellerde, kurumuş toprağa dönüşmüş
yüzlerde çocukluğum var. Ve sen varsın çoğunda. Kalbim acıyor. Kendi istemiş şehit
olmayı. Dik durun demiş. Ama insan her isteği sessizce kabul edemiyor ki. İlk
defa cenaze törenine katıldım. Büyük bir boşluk ve sonra Erkan’ın toprakla
buluşması. Hayata son bakışı fotoğraflarda.
Bu dünya kötülerin, kötülüklerin
dünyası. Hatta bu dünya cenneti pazarlayanların ve burayı cehenneme
çevirenlerin dünyası. Bir insan ölür arkasında binlerce hikaye bırakır ya işte
yine öyle bir şey. Bir şehit olur hep bir ağızdan “vatan sağ olsun” denir. Geride
eş, çocuk, anne baba, kardeş yarım kalır.